An itibariyle hayatımın en boktan iki ayını yaşamak için
kollarımı sıvamaya başladım. YGS’nin boktanlığı bir yana, battığım bokun
içinden bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorum ve erişebildiğim tek çıkış yolu bu
boktan geçen sınavın boktanlığını ikici sınava aktarmamak ki bu da çok boktan
çünkü gerçekten bok olmayan çok az anımda ders çalışmam çok zor. Biliyorum
kafanız karıştı. Benim de kafam karışık.
YGS’den tam bir hafta önce normal bir sabahın anormal öğleni
için kalktım ve okula gittim. Aptal fizik, hayallerle geçen bir İngilizce ve
sıkıcı matematiğin ardından okuldan kaçıp eve geldim. Annem gayet normal bir
şekilde kapıyı açtı –Yalan! En az yarım saat kapıda bekletti- , içeriye girdim.
Öğle yemeği şeysi için dolaba yapıştım, çay suyu koydum –çaysız olmaz-.
Tam götümün üstüne oturmuştum ki annem ve asık suratı
karşıma geçti.
“Kızım, bunu nasıl yapabildin?”
“Neyi?”
“Bu hataya nasıl düştün?”
“Şey, bak eğer okuldan kaçmamı diyorsan, kimse yoktu ve izin
alıp…”
“Hayır! İnsan bu hayatta ne için yaşar?” Aha! Ciddi bir
şeyler geliyor. Cevap sorunun içinde gizli, şeytan ayrıntıda falan falan falan.
Ve tabiî ki cevap : Cevapsız!
Beni bir sorgu odasında tepemde koca bir lambayla düşünün,
alt fonda da başın öne eğilmesin aldırma
gönül aldırma şarkısı. İşte durum o kadar ciddi.
“Bak anne eğer İbrahim olayını diyorsan…” Yine yarıda
kesilen bir cümle ve daha fazla umutsuzluk. Şu İbrahim Ucubesini
biliyorsunuzdur. Tek memeli! O olayı anlat anlat bitmez ama daha bu sabah bizim
arka bahçedeki erik ağacından erik koparırken yöneticinin küfürlerini yiyişini
görünce yarama su serpiliyor : “Orospu çocuğu, piç!” Kesinlikle katılıyorum!”
“Yalan atma! Karşında Çocuk mu var senin?! Bu dünyadaki en
büyük sırrın ne?” Bu cümleleri kurarken nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun.
Ben olsam beni dövmüştüm anne!
Jill’den herkese “Cevapsız Sorular” şarkısı armağan olsun,
dostlar.
Birkaç sorunun ardından hıçkırıklarla ağlayan bir anne,
çaresiz bir Jill, kapının ziline abanan bir kardeş… Boktan bir gün!
O gün ve onu takip eden üç gün boyunca depresyonda ağlayarak
geçti. Bütün gün evde annemin tiksinen bakışları, YGS illeti ve ölüm korkusu…
Meğersem ben salağı, tee iki yıl önce açtığım bir blog için
hazırladığım bir taslağı, içinde ilk ilişkimin de ayan beyan bulunduğu yazıyı kitaplığım
en önüne savurmuşum. Zavallı annemcağızcığım da evin her yerinde İnternet
Sözleşmelerinin ararken benim defteri bulsun ve sevgili Meryem kızının aslında
bir sürtük olduğunu öğrensin. On kere dedim bak o sözleşmeler bende değil diye.
Beni dinleyen mi var!!
Gerisi annemin “Biri duyarsa seni de beni de öldürürler. O
babana yazık değil mi? Kızım sen dedenleri bilmiyor musun? Hemen para bulmamız
lazım. Ömürlük dikiş attıralım!” Birisi anneme aslında o çenesini kapalı
tutarsa kimsenin bir boktan haberi olmayacağını söylesin çünkü anneanneme
söylemiş bile. Bir daha o anneannemlerin evine nasıl giderim bilmiyorum çünkü
göt korkusu çok kötü bir korku.
İşin en kötü tarafı da bu olayı haftalar sonra bile
kapatmamış olması ve inatla o adamın adını ve adresini istemesi. Bu iki şeyi
ben bile hatırlamıyorum bile. Ancak annemcağızcığım çok sevgili kızlıkcığımı o
adama vermiş olduğumu sanıyor. Fakat bilmiyor ki aptal kızı fazla merak göte yarak mantığından
yoksun bir şekilde kendi kızlığını kendi bozmuş.
Evet, dostlar! Kıçınızla gülebilirsiniz, herhalde gülmeye
başlamışsınızdır da. Bu çok meraklı Jill’inizin hiç ilk ilişkisi diye bir şey
olmadı! Bunu yapan tek aptalda benimdir. Ama ben o çok sevgili kızlıkçığımı
geri kazanmak istemiyorum. Benim için örülen saçma sapan duvarlara hiç gerek
yok!
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de YGS’den bir gün önce beni
sınava kim götürecek tartışması başladı. Maalesef ki babamla gidemedim ve
baktım ki benim için önemli bir sınava annemle ve onun ürkütücü bakışlarıyla
gitmek zorunda kalıyorum, çok uzun zamandır görüşmek istemediğim için
görüşmediğim halamla gittim.
YGS sabahı kalktım üstümü giyindim, halamla buluştum ve
içimdeki karamsar Jill’i o lanetli eve bırakmak istedim ama olmadı. Sınava
kadar her şey mükemmeldi. Yine ufak bir pürüzü atlamış olabilirim.
Sınava gireceğim okulun önündeki çay ocağına biraz
soluklanmak için oturduk. Sağ olsun babam yolu bize ezberletti köprüyü geçince ilk sağdan dön ve soldan
üçüncü araya gir, biraz yukarı çık.
Tam çayımdan bir yudum alıştım ve biletliklerimi çıkartmanın
da hüznünü içimde yaşıyorken karşıdan bir çocuk kaş göz yapıyor. Çocuk çok
tanıdık ama ben tanımak istemiyorum. Çünkü Şahin’e benziyor ve ben Şahin’le her
şeyi bok etmişim, yüzünü görürsem yerin dibine girmekten korkuyorum.Baktım çocuk halamı işaret ediyor.
“Hala! Bu çocuk kim?”
Hani belli ki akrabam…
Şahin çook uzun zaman önce tanıdığım tek rock müzik seven
akrabam ve uzun yıllar onun bir mimar olduğu ve zenginlik içinde yaşadığı
düşüncesi içerisindeydim taaaki bu güne kadar.
“Aaa Fatih!” Neyse ki Şahin değilmiş. Tuttuğum nefesi
bıraktım ve hiç istifimi bozmadım. Fatih Şahin’in bir numara küçüğü…
Fatih yanımıza oturdu ve saçma sapan konuşmaya başladı. ÖSYM
akrabaları aynı okulda sınava sokmaya karar vermiş ve bu kararıyla da hiç iyi
etmemiş. Çocuk konuştu konuştu ve konu Şahin’e geldi.
İşte o an hayatımın travmasını atlattım diyebilirim.
Geçmişim bütün salaklıkları görümün önüne geldi. Fatih sözelciymiş ve açık
öğretim okuyormuş. Anlayacağınız tastiği yemiş şimdi hem açıktan okuyor hem de
inşaatlarda amelelik yapıyor. Şahin ise sözel bölüm bitirmiş ve aptallık edip
kütüphanecilik okumuş. Şimdi ise İstanbul’da bir bıçakçı dükkânı varmış ve kıt
kanaat bıçak satıyormuş.
Şahin’in mimar olduğu yalanını bana kim attı?! Ben sırf
genetiktir diye kafam basmasa da düz lisede sayısal okudum. Diploma notum bok
gibi ve bir şeyleri değiştirmek için o kadar geç ki. Yahu birazdan YGS’ye
giriyorum işte, daha ne olsun?!
Bütün sülalemin geri zekalı olduğu gerçeğiyle karşılaştıktan
on dakika sonra sınava girdim ve barajı geçememe korkusuyla Yusuf Yusuf çıktım.
En azından geçen ay alınan bıçağın nereden geldiğini
öğrendim.
Ve bütün bu bokluklar burada sınırlı kalmadı. Ertesi gün
gazeteye baktım, baktım, baktım, gazeteyi buruşturdum attım sonra içime sinmedi
gazeteyi tekrar aldım, baktım, baktım ve bu döngüyü en az üç kere daha
tekrarladım.
YGS’den geçemedim demeyeceğim. O kadar mal değilmişim ama
maldan biraz daha akıllıymışım. Önümüzdeki maça bakmak için o kadar geç değil
şimdi LYS’ye çalışıyorum ve annemin tek tehdidi hiçbir yeri kazanamazsam beni
öldürmek. Ne yapacağım bilmiyorum Güzin Abla. Rumuz: Gebermeye son iki ay
kaldı.
Rumuzum bile siki yemiş. Herkese hayırlı işler!
Gebermeden önce
JILL
JILL
Zor anımda yanımda olan sıra arkadaşım Suanna'ya ve tabi ki çirkin arkasdaşım Jack'e desteklerinden dolayı teşekkür ederim... jill
YanıtlaSil